22 Nisan 2008 Salı

Robert Campin "Mérode Mihrabı"


Yaklaşık bir yıl kadar önce, kitapların sanatçılar tarafından nasıl görüldüğü ve resmedildiği konusu ilgimi çekmeye başladı. Farklı dönemlerden sanatçıların eserlerine, kitap figürünü göz önünde tutarak bakmaya başladım. Öylesine bir çeşitlilik söz konusuydu ki, sadece sanatsal farklılıklar değil, “kitap” olgusunun yüzyıllar içinde ne denli değiştiği de açıktı. Ortaçağ ve Rönesans döneminde yapılan resimlerde kitap, neredeyse her zaman kutsal kitap anlamına geliyordu. Bu durum ancak, matbaanın yaygınlık kazanması, okuryazarlığın artması, geniş kitlelerin kitaba ulaşması ile değişmişti.

İçinde kitap olan resimler ve daha sonra da kitap okuyanların portresi derken, resme de farklı gözle bakmaya başladım. Her resmin içinde gizlenen simgeleri bulmak bir oyuna dönüştü. Tüm kitaplı resimler içinde Robert Campin’in “Mérode Mihrabı” olarak bilinen eserinin yeri ise neredeyse hepsinden üstündü, çünkü bilinmezlerle dolu yaşam öyküsü bir yana, bu resmin her detayı simgelerle dolu öyküler gizliyordu.

Bu ünlü resmi yapan sanatçının bugün Robert Campin (1378–1444) olduğu sanat tarihçileri tarafından kabul ediliyor. Kuzey Rönesans’ının başlangıç tarihi, tarihçilerinin uzun yıllardır tartıştıkları konulardan biri olmuş. 19. yüzyıla kadar ünlü ressam Van Eyck, Kuzey Rönesans’ının başlangıç noktası olarak görülmüş. Ancak daha bilimsel araştırmalar yapılmaya başlandığında, ortaya farklı sonuçlar çıkmış. Her şeyden önce, önceki çağlarda “Flemalle’li Usta” adıyla bilinen kişinin, Robert Campin olduğu ortaya çıkmış. Gençlik yılları ve nerede öğretim gördüğü bilinmese de, 1406 yılında Tournai kentinde lonca dışı bağımsız bir ressam olarak çalışmaya başladığı bilinir. Ayrıca 1410’da Tournai kenti hemşeriliğine kabul edildiği resmi makamların yazışmaları sonucunda bilinir.


Ressam, bu sıralarda açtığı atölyede, aralarında Jacques Daret ve Rogier de la Pasture’ün de bulunduğu pek çok öğrenci yetiştirdi ve 1423’te ressamlar loncasının başına getirildi. Zanaatkârların isyanına katılarak bir süre belediye meclisi üyeliği yaptığı için mahkûm edildi. Evli olmasına karşın genç bir kadınla ilişki kurduğu için de ayrıca cezalandırıldı. Flémalle Ustası adı, Frankfurt’taki Stadel Sanat Enstitüsü’nde bulunan ve Flémalle-les-Liége dolaylarındaki hayali bir manastırdan geldiği varsayılan dört panolu bir resimden kaynaklanmaktadır. Robert Campin ayrıca Mérode mihrap resminden ötürü Mérode Ustası olarak da bilinir.


Robert Campin’in kişiliği ve resimleri çok büyük tartışmalara neden olmuştur. 19. yüzyılın sonuna değin Werden’e ait olduğu kabul edilen bu resimler, daha sonra Jacques Daret gibi daha önemsiz bir ressama yakıştırılmıştır. Ancak, 1909’dan sonra bu resimlerin Campin’e ait olduğu sanat tarihçilerinin çoğunluğunca kabul edilmiştir.


Campin, Flaman resim geleneğinin ilk uygulayıcılarındandır. Uluslararası Gotik’in, gerçek yaşamı ve nesneleri daha şiirsel ve gerçekçi bir biçimde temsil eden bir üsluba dönüştürülmesinde etkili olmuştur. Dramatik bir gerçekçilik, açılandırılarak işlenmiş biçimler, çarpıcı bir etki kaygısı, birbiri üstüne yığılan ağır kumaş kıvrımlarının kullanılışı ve iç mekânın en ince ayrıntılara dek işlenmesi, onun üslubunun belli başlı özellikleridir. Figürleri ise, uzun yüzleri, geniş tutulmuş gözkapakları küçük ve yuvarlak çeneleri, ince dudakları ve tıknaz yapılarıyla belirgindir. Bu özellikleri göz önünde tutulunca Campin’in üslubu hem etkilediği, hem de etkilendiği Van Eyck’ınkine göre daha arkaik ve katıdır.


Campin gerçek dünyayı, cennetin bir aynası olarak görür. Ayrıca mitoloji ve dinsel metinlerden aldığı simgelerle yoğun bir anlatıma kavuşan resimler yapar. Resimleri bu nedenle masalsı hava taşırlar. “Mérode Mihrabı” resminin detaylarına bakınca çok sayıda simge görürüz.


Üç parçadan oluşan ve bu yüzden “Mérode Triptiği” diye de adlandırılan resmin sol kanadında resmi sipariş eden, Pieter Engelbrecht ve karısı görünür. Resmin konusunun da bu çifte uygun olması düşünüldüğü için seçildiği sanılır. Engelbrecht, “melek tarafından getirilen” anlamına taşıyan bir sözcüktür. Varlıklı ailelerden gelen, yaklaşık 1420’lerde evlendiği sanılan Engelbrecht’in karısının kızlık adı Gretgin Schrinmechers de resimdeki marangoz Yusuf peygamberin de varlığını açıklar, çünkü Schrinmechers, “marangoz” anlamına gelir.


Orta kanatta iki belirgin figür görürüz. Bunlardan biri Meryem’e Tanrıdan mesaj getiren melek, diğeri ise, meleğin gelişiyle okuması kesilmeyen, okuduğuna yoğunlaşmış Meryem Anadır. Resmin sol üst köşesindeki pencereden, bebek İsa peygamberin içeri girdiğini görürüz. Bir haç üzerinde geliyor olması, ölümünün izini doğumunda beraberinde getirdiğini simgeler. Bu resimdeki en önemli unsurların başında, hem Yusuf’un hem de Meryem’in olduğu odalarda arka plandaki pencerelerin açık olmalarına rağmen, bebek İsa’nın açık pencerelerden değil, camdan süzülüp gelmiş olması yatar. Bu, Meryem’in bekâretinin bozulmadığını simgeler, çünkü İsa bebek ışık içinde içeri süzülürken, cam kırılmamıştır.


Meryem’in hemen arkasında duran masanın üzerindeki mumun da yeni sönmüş olması, odayı dolduran İsa’nın varlığının, başka bir ışık olmaksızın etrafı aydınlattığı şeklinde algılanır. Odaya giren İsa, ayrıca bir rüzgâr eşliğinde gelmiştir, bu hem mumun sönmesine, hem de masanın üzerindeki kitabın sayfalarının uçuşmasına neden olmuştur. Masanın üzerinde duran diğer obje olarak vazodaki çiçekleri görürüz, bunlar bekâreti temsil eden beyaz zambaklardır.


Sağ kanatta, tüm olanlardan habersiz tahta oyan Yusuf, pencerenin önüne de koyduğu gibi, fare kapanları yapıyordur. Fare kapanları da içeri şeytanın giremeyeceğini simgeler. Bu resimde yer alan her objenin anlamını çözmek bugün için zor ve hatta olanaksız olsa bile, hayal gücümüzü kullanarak, meleğin başının arkasında duran nişin içindeki suyun, kilise girişinde arınmak için duran suya benzediğini, Meryem’in elindeki beyaz örtünün de yine onun saflığını simgelediğini düşünebiliriz.


Kuşkusuz, yapıldığı çağda bu resme bakanlar bizim gördüğümüzden çok daha fazlasını görüyorlardı. Çünkü onlar için bu resimde yer alan simgeler, büyürken duydukları efsanelerin, dini öykülerin resmedilmesiydi. Bu resimde beni en çok etkileyen şeylerin başında, böylesine büyük ve dolu bir resmin bu denli küçük bir boyuta sığdırılmış olması gelir. Orta panel, 64x63 cm. yan paneller ise, 64x28 cm büyüklüğündedir ancak. Hâlbuki resmi bir kitapta basılı olarak ilk gördüğümde dev boyutlu bir yapıt olduğunu zannetmiştim.

4 yorum:

Ayşe Marika Sağlam dedi ki...

merhaba, bu blogun bende uyandırdığı hisleri tarif etmem güç...çok özel ve keyifli bir değinme olmuş...ayrıca sizin kaleminizden çıkmasının tadı da apayrı..umarım devam edersiniz... yazmayalı çok olmuş çünkü...
merhaba

Sanem dedi ki...

Pek bir iyi geldi bloğunuzu keşfetmek. Yazılarınızın devamını bekliyoruz :)

gizkuytu dedi ki...

ben de çok çok sevdim bu blogu, içindekileri,okuyanları...

Abrek dedi ki...

merhaba, ilk paragrafa bakarak sana görme biçimleri adlı kitabı okumanı tavsiye ederim. sanatçıların, bizim ve hatta ressamın görüş açısını anlatan bir kitap. yazını ve blogunu beğendim. iyi bloglar.:)